ÇOCUKLAR İÇİN HİKAYELER:)

KUKLA
Bir varmış bir yokmuş,evvel zaman içinde kalbur zaman içinde ,bir tane kukla varmış.Çocukları eğlendirip,güldürürmüş.
Çocukları güldürmek onun işiymiş.Onları çok sever, duygularınıda
paylaşırmış.
Günlerden bir gün kukla,tiyatro oynamak için, Tiyatro Salonunda hazırlıklar başlamış.Kukla çok ama çok heyecanlıymış.Çünkü binlerce çocuk onu izleyecekmiş.Onları güldürüp,eğlendirecekmiş.
Titatro salonu süslenmiş ve harika olmuş.Tiyatro Salonu yavaş yavaş dolmuş.Daha içeri girecek olan çocuklar bileTiyatro Salonunu çok sevmişler.Kula,onların burayı seveceklerini çocukların gözlerinden anlamıştı.Neyseki tiyatro başlayacaktı.
Çocuklar heyecan içinde kuklanın nereden çıkacağını tartışmaya başladılar.Kukla kimsenin düşünemediği yerden çıkıverdi.Herkes
çok şaşırdı.Çünkü kukla kapıdan çıkmıştı.Bu kuklanın ne yapacağı
nı kimse bilemezdi.Çocuklarda bunun için onu çok severlerdi.Tiyat
ro başladı.Kukla heyecen içinde çocukları güldürdü.Bir oyana bir
buyana dönmekten kukla çok yorulmuştu.Çocuklar ise tiyatroyu hiç sevmemişlerdi.Herkes Tiyatro Salonundan çıktı.Bu durumla ilk defa karşılaşan kukla çok şaşırdı.Hüzünlü bir şekilde oda Tiyatro Salonundan çıktı.Evine gitti.Evde ise yorgunluktan yatağına erkenden yattı.Rüyasında çocuklar onu çok sevip,duygularını pay
laşıyormuş.Kukla ise pek sevinçliymiş.Çocuklar onunla duygularını
paylaşması kuklayı çok sevindirirmiş..Kukla tam çocukları severken birden uyanmış..Kukla çok üzülmüştü.Çünkü bu bir rüyadı.Erkenden Tiyatro salonuna gitti.Burda ondan başka kukla yoktu ama başka bir kukla çocukları güldürmeye başlamıştı bile.
Bu duruma kukla çok ama çok üzülmüştü.Çocuklar artık onunla
duygularını paylaşmayacağını düşününce ağlamaya başlamıştı.
Kukla 1 2 gün tiyatro yapmamış,hatta çocuk bile görmez olmuş.
Bu duruma çok üzülen yakınları bile artık onunla dertlerini bile pay
laşmamış.Artık yanlız kalan kukla her gece çocukları düşünür olmuş.Onları çok sevdiğini kendine bile anlatır olmuş.Bir gün kukla tiyatro salonuna gitmeye karar vermiş.orada çocuklar heyecan içinde kuklanın nereden çıkağını tartışmaya başlamışlar.Kukla bu
fırsatı kaçırmamış.Gizlice tiyatro yapılan yerin ortasından çıkıverdi.Bu duruma çocuklar yine çok şaşırmışlardı.Kuklatı ayakta alkışladılar.Kuklayı çok sevdiler.Onunla beraber eğlenip güldüler.
Artık kuklayla akrabaları yeniden dertlerini paylaşmışlar.Çocular ise duygularını onunla paylaşmak için sıraya girmişler.Kukla hepsi
ne güzel sözler söylemiş.Kukla ile çocuklar arsında sıkı bir dostluk bağı kurulmuş.

ORMAN PERİSİNİN GÜLLERİ
Yemyeşil ağaçlarla kaplı ormanın birinde genç bir peri yaşarmış. Bu peri çiçeklerden en çok gülleri severmiş. Evinin bahçesinde renk renk güller yetiştirirmiş. Bu güller o kadar taze ve güzellermiş ki gören herkes perinin güllerine hayran kalırmış. Peri de güllerini çok sever, her sabah onları hem sular hem de onlarla konuşurmuş. Genç peri gülleriyle çok mutluymuş, ama onu üzen bir durum varmış. Peri güllerini çok sevdiği için onların solmalarına dayanamazmış. Güllerin bir süre sonra solması çok doğalmış, fakat genç peri güllerinin solmasına çok üzülüyor, güllerinin hep ilk günkü gibi taze ve diri kalmalarını istiyormuş. Kendi kendine “güllerim hep böyle güzel kalsa! O zaman hiç mutsuz olmam.” diyormuş. Bir sabah çiçeklerini yine sularken perinin dikkatini sarı renkte bir gül tomurcuğu çekmiş. Bu tomurcuk da diğer gül tomurcukları gibi pek güzelmiş. Fakat rengi diğerlerinden apayrıymış. Çok daha güzel ve değişik bir tondaymış tomurcuğun rengi. Bu yüzden, genç peri sarı tomurcuğa daha özenli bakmaya başlamış. Her sabah ona “küçük sarı tomurcuk büyüyecek, kocaman güzel bir gül olacak” diye güzel sözler söylüyormuş. Tomurcuk da bunu anlıyormuş gibi günden güne daha da güzelleşerek büyümüş. Kocaman bir gül olduğunda ise bahçedeki diğer güllerin arasında tıpkı gökyüzündeki güneş gibi ışıldıyormuş. O kadar güzelmiş ki onu görenler sarı güle bakmaya doyamıyorlarmış. Peri de bunun farkındaymış ve çok mutluymuş. Fakat sarı gülün de bir gün solacağını bildiği için, içten içe bir üzüntü duyuyormuş. Aradan bir gün geçmiş, bir hafta geçmiş, bir ay geçmiş. Bu süre içinde bahçedeki bütün güller solmuş, yerlerini yeni tomurcuklara bırakmışlar: güzel, sarı gül dışında! Bir ay geçmesine rağmen sarı gül solmamış, benzersiz güzelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş. Peri ilk başta bu işe çok şaşırmış fakat yine de sevinçliymiş. Çünkü güllerinin en güzeli solmamışmış. İyi yürekli peri, her gün onu evinin penceresinden seyrediyor, onu özenle suluyor, ona güzel sözler söylüyormuş. Gel zaman git zaman; peri, bu işten sıkılmaya başlamış. Sarı gül hiç solmuyormuş, fakat bu periye artık mutluluk vermemeye başlamış. Çünkü peri sarı güle dair hiçbir umut taşımıyormuş içinde. Önceden gülleri solduğu vakit, yeni tomurcukların ne zaman çıkacağını merak ederek onlarla sabırla ilgilenir, umutla güllerinin açılacağı zamanı beklermiş. Fakat şimdi sarı gül hiç solmadığı için böyle düşünceleri kalmamış. Bu da periyi bir zaman sonra mutsuz etmiş. Yetiştirdiği güllerinin solmamasını isteyerek ne kadar yanlış düşündüğünü anlamış. Her şeyi doğal haliyle sevmek en güzeliymiş. Bu yüzden o günden sonra orman perisi, doğadaki her şeyi olduğu gibi kabul etmeye karar vermiş. Orman perisi uzun yıllar, bahçesinde yetiştirdiği güllerle beraber evinde mutlu bir hayat sürmüş.

BALON
Küçük çocuk, baloncuyu büyülenmiş gibi
takip ederken, şaşkınlığını gizliyemiyordu.
Onu hayrete düşüren şey,
"Bizim eve bile sığmaz" dediği o güzelim balonların
adamı nasıl havaya kaldırmadığı idi.
Baloncu dinlenmek için durakladığında o da duruyor
ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir ara adamın
kendisine baktığını farkederek ona doğru yaklaştı
ve bütün cesaretini toplayarak:
-Baloncu amca, dedi. Biliyormusun benim hiç balonum olmadı.
Adam çocuğu söyle bir süzdükten sonra:
-Paran var mı? diye sordu. sen onu söyle.
-Bayramda vardı, diye atıldı çocuk, önümüzdeki bayram yine olacak.
-Öyleyse bayramda gel, dedi adam. Acelem yok, ben beklerim.
Çocuk sessizce geri döndü. O ana kadar balonlardan
ayırmadığı gözleri dolu dolu olmuş, yürümeye bile mecali
kalmamıştı. Bir kaç adım attıktan sonra elinde olmadan
tekrar onlara baktığında, gördüklerine inanamadı.
Balonlar, her nasılsa adamın elinden kurtulmuş ve
yol kenarındaki büyük bir akasya ağacının dallarına takılmıştı.
Çocuk, olup bitenleri büyük bir merakla takip ederken,
baloncu ona doğru dönerek:
-Küçük, diye seslendi. Balonları ağaçtan kurtarırsan
birini sana veririm. Yapılan teklif,
yavrucağın aklını başından almıştı.
Koşarak ağacın altına doğru yöneldi ve ayakkabılarını
aceleyle fırlatıp tırmanmaya başladı.
Hedefine adım-adım yaklaşırken duyduğu heyecan,
bacaklarını kanatan akasya dikenlerinin acısını
hissettirmiyordu. Sincap çevikliğiyle balonlara
ulaştığında bir müddet onları seyretti ve
dallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkıttı.
Ancak balonlardan birisi iyice sıkıştığından
diğerlerinden ayrılmış ve ağaçta kalmıştı.
Çocuk onu kurtarmaya kalkışsa,
dikenlerden patlayacağını çok iyi biliyordu.
İster istemez balonu yerinde bırakıp
aşağıya indi ve adam dönerek:
-Birini bana verecektiniz, dedi. Hangisi o?
Adam elini tersiyle burnunu sildikten sonra:
-Seninki ağaçta kaldı evlat, dedi. İstersen çık al.
Çocuk bu sefer ayakta bile duramadı.
Kaldırım kenarına oturup baloncunun
uzaklaşmasını bekledikten sonra,
dallar arasında parlayan balona uzun uzun bakarak:

"Olsun", diye mırıldandı. "Olsun." Ağacın üzerinde
kalsa da, bir balonum var ya artık..

ORMANCI VE AYI
Ormanda bir ayıyı büyük bir boğa yılanı yakalar ve belinden sararak sıkıştırmaya başlar. Ayı can havliyle kıvranırken, o sırada ormandan geçen bir adam, ayının bu halini görür ve kılıcını çekerek yılanı ikiye böler. Ayı da ölümden kurtulur.

Ayı artık adamın peşini bırakmaz. Kendisine yapılan iyiliğe karşılık, onunla dost olmak ve hizmetinde bulunmak ister. Adam ayının peşini bırakması için ne kadar uğraşsa da, ayı gitmez ve adamın evinin kapısının önünde bekler.

Konu-komşu adama: - "Yahu, ayının dostluğuna güven olmaz. Ahmağın dostluğu düşmanlıktan beterdir, ayıya güvenme, defet gitsin" derlerse de adam;

- "Beni kıskanıyorlar, ayı gibi güçlü kuvvetli bir yardımcım var, çekemiyorlar" diye söylenenlere aldırmaz.

Adam bir gün ayı ile birlikte ormana odun kesmeye gider. Bir süre çalışırlar. Adam biraz dinlenmek için bir ağacın gölgesine uzanır. Ayı da başucunda bekçilik eder.

Bu sırada bir sinek adamın yüzüne konar. Ayı, efendisine iyilik olsun diye sineği kovalar. Fakat sinek tekrar kalktığı yere konar. Ayı yine kovalar. Sinek havada bir daire çizdikten sonra yine adamın yüzüne konduğunda, ayı büsbütün sinirlenir. Değirmen taşı gibi kocaman bir kaya parçasını yüklendiği gibi adamın yüzünde duran sineğe fırlatır. Sinek ölmüştür ama, adamla birlikte…

KURNAZ TİLKİ
Aslan, kurt ve tilki, üçü birlikte avlanmak için ormana gitmişlerdi. Aslında aslan'ın dengi olmayan tilki ve kurtla arkadaşlık etmesi doğru değildi. Fakat "cemaatle birlikte olmak rahmettir" sözüyle hareket etmek istiyordu.

Üç kişi olunca bir başkan gerekiyordu. O da elbette kendisiydi. Üçü beraber bir yaban sığırı, bir keçi ve iri bir tavşan avladılar. Avları güzel gitmişti. Avlarını sürükleye sürükleye bir mağaraya getirmişlerdi. Çok da acıkmışlardı.

Sofraya oturdular.

Avlarını taksim etmeyi başkan olan aslanın yapması gerekirdi. Fakat aslan sınamak için kurda dönerek:

- "Söyle bakalım, benim tecrübeli dostum. Şu hayvanları aramızda taksim ette, senin cevherin niyetin ortaya çıksın." dedi.

Kurt hemen atıldı:

- "Memnuniyetle sultanım. Yaban sığırı senin payındır. O büyüktür, sen de büyük ve gövdelisin. O sana layıktır. Keçi benim hissemdir. Tilkiye de şu semiz tavşan düşmektedir." dedi.

Aslan, onun bu haddini bilmezliğine, kendini ilk fırsatta öne çıkaran tavrına çok kızdı. Kendi gibi emsalsiz bir aslan karşısında benlik davası gütmesine son derece hiddetlendi.

Aslan:

- "Sen kim oluyorsun budala! Unutma ki, ormanlar kralı aslanım. Ben varken sana pay ayırmak düşer mi? Bunu hak ettin" diyerek kurda yaklaşıp öyle bir pençe vurdu ki, kurt kan-revan içinde yere yıkıldı.

Aslan bir yerde iki başkan olmaz, düşüncesiyle kurdun kafasını kopardı.

Ondan sonra korkudan tir tir titreyen tilkiye dönerek:

- "Ne bakınıp duruyorsun orada! Haydi şimdi de sen pay et bakalım şu avdan." dedi.

Tilki son derece tevazu ve alçak gönüllülük içinde:

- "Ey büyük sultanım! Pay etmek benim haddim değil ama, mademki emrettiniz söyli-yeyim. Şu büyük sığır kuşluk yemeğiniz olsun. Keçi ise nefis bir öğle yemeği, tavşan da sultanımızın gece çerezi olsun." dedi.

Aslan, tilkinin bu pay taksiminden pek hoşlanmıştı.

- "İşte adil paylaşma... Böyle bir taksimi nerden öğrendin sen?' diye tilkiye sordu.

Tilki boyun bükerek, yerde cansız yatan kurda bir göz attı.

Sonra:

- "Şu haddini bilmez kurdun halinden ve başına gelenden öğrendim sultanım." dedi.

Bunun üzerine aslan tilkiye:

- "Madem ki sen kendine pay ayırmayıp benim büyüklüğümü takdir ettin. Ben de sana büyüklüğümü göstereyim. Var git, bu avların üçü de senin olsun, afiyetle ye" diyerek bütün avları tilkiye bağışladı.

Tilki o zaman, aslan iyi ki av taksimini kurddan sonra bana emretti. Ya önce bana em-retseydi, benim halim nice olurdu? diye haline şükretti.

ÖĞÜTLERİ:

* Arkadaşlarımızı iyi seçmeliyiz,

* İnsan için en lazım olan şey, haddini bilmesi ve ona göre hareket etmesidir.

* Akıllı insan, olaylardan ibret almasını bilendir,

* Bizden önce gelen milletlerin başına gelenlerden ibret almalıyız.

PADİŞAHIN ELBİSESİ
Bir padişahın ganimet malından eline güzel ve sevilen bir kumaş geçer. Terzi başını çağırtıp o kumaşı eline verir. Terzi başı kumaşı görünce aklı başından gider. Ve sanki hasta olur. Padişaha kaftan kesmek için yaklaşıp evvela tahmin için eline arşın alır: -Sultanım, üstadlar: Bin ölç bir kes, ölçmeden kumaşa el vurmasın hiç kes (kimse) demişler, der.

- Sultanım, bu kumaş kaftan olmaya el vermez, diye söyler. Dörtte bir, çeyrek daha gerekir ki, hazret-i sultana layık bir kaftan olsun. Padişah çaresiz:-Biraz dursun ve buna uygun parça bulunması için şehir ve vilayet aransın, diye emreder. Her ne kadar şehir baştan başa aranır ve memleket boydan boya taranırsa da ona münasip kumaş ve o beze uyar yoldaş bulunamaz. Padişah çaresiz kalıp bir başka terziyi davet eder:

- Şu güzel kumaştan bana iyi bir elbise yapıver, diye söyler. Usta terzi de :"Bismillah" deyip iki dizi üstüne gelir. Kumaşı söyle bir tahmin edip sındısını eline alır Padişahın nasıl gönlünden geçerse işte tam öyle, mükemmel bir elbise biçer. Padişah överek ihsanlar eder. Terzi ihsanları alıp elbiseyi dikmeye gider.

Nice zaman sonra, bir gün padişah gezmeye çıkar. Şehri dolaşırken bir oğlan çocuğunu o eşsiz kumaştan bir elbise ile görür. Padişah hayret ederek elbisenin aslını teftiş edip araştırır. Çocuğun, o elbisesini diken adamın oğlu olduğunu öğrenir. Terziyi getirtip:

- Usta, bu elbisenin parçasını nerede buldun?

Terzi:

- Sultanım size dikilen elbisenin artan parçasıdır. Padişah:

- Ya bizim terzi başı "Bu kumaştan bir kaftan çıkmaz" derdi. Sen hem tam çıkardın hem de oğluna kaftan yaptın, nasıl oldu? der. Terzi:

- Sultanım onun oğlu büyüktü; kaftan çıkmaz demesi onun içindi, der 
YAVRU KÖPEK SEVGİSİ
Son dört aydır bacağına çelik bağ takan küçük çocuk, evinin ön kapısından içeri, kucağında yeni aldığı köpek yavrusuyla girdi. Köpeğin kalçasında bir kemik eksikti ve yavru yere bırakıldığında ciddi biçimde topallıyordu. Çocuğun fiziksel özürlü bir yavru seçmesi anne babasını aşırttı, çünkü çocuk kendi durumundan ümitsizdi. Ama yanında yeni arkadaşıyla umutları canlanmış ve yepyeni bir coşkuyla dolmuştu.

Ertesi gün çocuk ve annesi küçük köpeğe nasıl yardım edebileceklerini öğrenmek için bir veterinere gittiler. Veteriner, çocuğa, eğer her sabah yavru köpeğin bacağına masaj yapar, sonra da onu en az bir mil yürütürse, o zaman kalçasındaki kasların güçleneceğini, yavrunun artık acı çekmeyeceğini ve daha az topallayacağını anlattı.

Yavru köpeğin bu durumdan rahatsızlığını inleyerek ve havlayarak belli etmesine ve çocuğun da kendi bacak bağından acı ve zorluk çekmesine karşın, sonraki iki ay boyunca rehabilitasyon programını sabırla sürdürdüler. Üçüncü ay, her sabah okuldan önce üç mil yürüyorlardı ve artık ikisi de yürürken acı duymuyordu.

Bir Cumartesi sabahı çalışmadan dönerlerken çalıların arasından önlerine bir kedi çıktı ve köpeği korkuttu. Tasmasından kurtulan köpek hızla caddeye seğirtti. Hızla gelen bir kamyon köpeğe yaklaşırken çocuk da caddeye fırladı, köpeğini yakalamak istedi, ama yolun kenarına yuvarlandı. Geç kalmıştı. Kamyon köpeğe çarpmıştı, köpeğin ağzından kan geliyordu. Çocuk ölmekte olan köpeğine sarılmış ağlarken kendi bacağındaki bağın çıkmış olduğunu gördü.

Kendisi için üzülecek zamanı yoktu. Hemen ayağa kalktı, köpeğini kucağına aldı ve eve doğru yola koyuldu. Köpek küçük küçük havlayarak çocuğa umut veriyor ve onun heyecan içinde elinden geldiğince hızlı koşmasına neden oluyordu.

Annesi onu ve acı çeken köpeğini hemen hayvan hastanesine götürdü. Anne oğul merak içinde köpeğin ameliyatı atlatıp atlatamayacağını öğrenmek için beklerken çocuk, şimdi nasıl olup da yürüyebildiğini ve koşabildiğini sordu.

Annesi şöyle dedi: " Sende osteomiyelit vardı. Bu bir kemik hastalığıdır. Bu hastalık bacağını zayıflattı ve sakat bıraktı, bu nedenle de topallıyor ve acı çekiyordun. Bacağındaki bağ destek içindi. Eğer acıya ve saatlerce sürecek tedavilere dayanmaya razı olsaydın, bu geçecekti. İlaçlara iyi cevap verdin, ama fizik tedaviye her zaman karşı koydun. Baban ve ben ne yapacağımızı bilemiyorduk. Doktorlar bize senin bacağını yitirmek üzere olduğunu söylediler. Sonra eve köpek yavrusunu getirdin. Sanki onun gereksinmelerini anlıyor gibiydin. Sen ona yardım ederken aslında büyümek ve güçlenmek için kendine yardım ediyordun."

Tam bu sırada ameliyathanenin kapısı ağır ağır açıldı. Veteriner yüzünde bir gülümsemeyle dışarı çıktı. " Köpeğiniz iyileşecek" dedi.

Çocuk, insanın kendini kaybettiği zaman aslında kendini bulduğunu öğrendi. Vermek almaktan daha kutsaldı.
8 KUZU VE KURT
Bir varmış bir yokmuş.Evvel zaman içinde kalburzaman içinde 8 tane kuzu varmış.Bu kuzularında birde anneleri varmış.Bir gün anneleri omana yemek aramaya gitmiş.8 kardeşede temmihlemiş ben :yavrularım geldim açın kapıyı açın deyinçe birde ayağımı kapıdan uzattığımda beyaz bir ayak görürseniz kapıyı açın demiş.Çünkü buralarda kurt dolaşıyor demiş.yavrularda tamam anneciğim demişler tabi kurtta bu söylenenlerin hepsinide duymuş ve anneleride çıkmış.kurt hemen bir fırına gidip ayaklarını una bulamış ve hemen yavruların olduğu eve gitmiş.Sesini incelterek yavrularım açın kapıyı ben geldim demiş.Yavrularda elini uzatta görelim demiş bizim annemizin ayakları beyazdır demişler.Kurt hemen ayağını uzatmış ve yavrularda tamam demişler kapıyı açmışlar. Kurt hemen içeriye dalmış 4 kuzuyuda yemiş. Kuzulardan 4 taneside koltuğun arkasına saklanmış.Anneleri geldiğinde kurdun yavrularını yediğini anlamış kuzuların 4 taneside ortaya çıkıp biz burdayız demişler ve annelerine olanı biteni anlatmışlar. Anneleri
kuzuların birinden makas, birinden iğne, birinden iplik, birinden de taşlar istemiş.Anne kurdun uyuduğunu gördüğü için kurdun karnını yarıp kuzuları çıkartmış tabi kurda kuzuları çiğnemeden yutmuştu. Anne kuzu kurdun karnına taşları koymuş ve iğne iplikle kurdun karnını dikmiş. Anne kuzu yavrularına kavuştuğu için çok sevinçliymiş. Kurt uyanınca dereden biriz su içiyim demiş. Tabi kurdun olan bitenden haberi yokmuş.Kurt dereden su içerken derenin içine düşmüş.böylece anne kuzu ve yavruları mutluca yaşamışlar.(Kötülüğün cezası çok büyüktür.)
3 EVLAT
Üç kadın çeşme başında toplanmış konuşuyorlardı.Az ötede ihtiyarın biri oturmuş, kadınların çocuklarını methetmelerini dinliyordu.

Kadınlardan biri:

- Benim oğlum öyle marifetlidir ki, hiç kimse bu konuda onunla boy ölçüşemez... Tam bir cambazdır o! İp üzerinde bir yürüse de görseniz.

Diğer kadın heyecanla atılarak: -Benim oğlumun sesini bilseniz, dedi.Tıpkı bir bülbül gibi şakır.Yeryüzünde hiç kimsenin böyle bir sesi yoktur.Allah vergisi bu...

Üçüncü kadın susup duruyordu.Diğerleri sordular:

- Sen çocuğunu niye övmüyorsun? Nesi var ki? -Çocuğumun çok üstün bir tarafı yok ki...Ne diye durup dururken öveyim onu.

Kadınlar kovalarını doldurup yola koyuldular.İhtiyar adam da peşleri sıra yürümeye başladı.Kadınlar ağır kovaları taşımakta güçlük çektikleri için ara sıra duruyor ve dinleniyorlardı.Sırtları ağrı içindeydi. Bu sırada çocukları onları karşılamaya çıktı.

Birinci çocuk hemen elleri üzerinde havaya kalkmış, çeşitli marifetler gösteriyordu. Kadınlar gözleri hayretten büyümüş haykırdılar:

- Aman ne kabiliyetli çocuk!..

İkinci çocuk altın gibi bir sesle öyle güzel şarkılar söyledi ki, kadınlar gözleri yaşlarla dolu hayranlıkla dinlediler onu...

Üçüncü çocuk koşarak geldi, annesinin elinden kovayı aldı ve eve kadar taşıdı.

Kadınlar ihtiyara dönüp:

- Bizim çocuklarımız hakkında ne diyorsun, dediler. İhtiyar şaşkınlıkla:

- Çocuklarınız mı? Dedi.

Onları bilmem. Yalnız biri vardı, annesinin elinden kovayı alıp eve taşıdı. Onu çok beğendim...
UYUYAN ASLANLA KABADAYI SIÇAN
Aslan yan gelmiş yatmış, hor hor uykuya dalmış. Sıçanın biri deliğinden çıkmış. Başlamış aslanın üzerinde oynayıp cirit atmaya. Aslan uyanmış, tedirgin tedirgin bakınmış;

- Ne oluyor üstümde diye aranıyorken kapı önünden geçen bir tilki aslanın bu durumunu görünce, hemen taşı deliğine koymuş, aslanı alaya almış:

- "Ne o aslan kardeş, sen de minicik bir sıçandan mı korktun? Ne ayıp ne ayıp? Aslanlığa bu yaraşır mı hiç? " demiş.

Aslan burnundan solumuş:

- Sıçandan mıçandan korktuğum yok... Benimkisi sadece merak! Uyuyan koca aslanın üstünde kim, hangi kabadayı dolaşmayı göze almış? Ben asıl onu merak ettim, demiş.

(Hayatta güvenli olun, küçük, dış görünüşte önemsiz gibi gelen şeylere aldırmazlık etmeyin. Kişinin gerçek güçlülüğü çoğunlukla bu çeşit davranışlardan doğar.)
KIRMIZI GÜL
güzel günler insanın gevşemesine derslerini asmasına yol açıyor bazı arkadaşlarımız kış günlerinde ki yoğun dikkatlerini yitirmeye başllamıştı.

bir gün öğretmenimiz ders anlatıyor,bizde dinliyorduk. bir kız arkadaşımız kendini bir türlü derse veremiyor.hep başka şeylerle ilgileniyor. ögretmenimiz onu uyardı.

- yawrum, lütfen dersi izlemeye çalış. ewt dışarıda güzel hawa,yeşil alanlar oynayacağınız güzel bir ortam sizi bekliyor.ama herşeye karşın dersleri normal akışında sürdürmek zorundayız.

bu sözler sanki başkasına sölenmişti.kız arkadaşımız,hiç uyarılmamış gibi başka şeylerle ilgileniyordu.öğretmenimiz birden öfkelendi.onu asıl kızdıran şey, kızın yanında ki öğrencilerede bozuk dawranışa itmeye çalışmasıydı.

hızla kıza yaklaşıp bir anlık zayıflıkla kıza bir şamar wurdu.bir anda sınıf derin sessizliğe gömüldü .dayağı sewmeyen öğretmenimiz büyük bir pişmanlık duygusu içine girdi. morali bozulmuş, dersin anlatımında ki coşkusunu yitirmişti.aradan 10dk filan geçmişti.şamarı yiyen kız, yerinden kalkıp öğretmenimizin yanına gitti.açık,netbir anlatımla;

öğretmenim özür dilerim dedi. yaramazlık yaparak sizi üzdüm. sizde bana şamar attmak zorunda kaldınız.üzülmeyin öğretmenim,ÖĞRETMENİN VURDUĞU YERDE GÜL BİTERMİŞ.

öğretmenimiz,bir an için ne diyeceğini bilemiyordu.çok duygulanmıştı.gözleri dolu dolubir halde;

sevgili yawrum,dedi.sen hatalı dawranmıştın.ama ben de hatanın üstüne hatayla gittim.dayak asla savunulamayacak bir şeydir. hem vurulan yanakta hiçbir zaman gül bitmez.oluşan kırmızılık,zayıflığın bir göstergesidir.bende senden özür dilerim yawrucuğum.

özür diliyen öğretmenimiz,tüm sınıfın gözünde bir an öyle büyüdü ki hepimiz ona derin bir saygı duyduk.
MUTLULUK
yıllar geçiyordu zamansa bir suya benziyor akıp gidiyor.Ah bir çocuk olsam diye o horozlu şekeri emebilsem diye ama çocuklukda gençlik de geçecek elbet ne yaparsın arkadaş.Önemli tek bir şey geride bırakırsın o da mutluluğun olur.mutsuzluğa düşersen başını yukarıya kaldır oradaki yıldız sana umut huzur verecektir.Arkadaş
MAYMUN PERİ
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde güzel ülkelerden birinde, bir padişah yaşarmış üç erkek evladıyla birlikte. Evlatları büyümüş, yakışıklı birer delikanlı olmuş yıllar geçince. Derken, padişah oğullarının mürüvvetini görmek istemiş:

“-Hadi evlatlar, buyrun evlenin” demiş. Demiş de, üç delikanlı, evlenecek kız görememiş çevrelerinde.

“-Hani padişah babamız, kısmetimiz nerede?” diye sormuşlar, evlenecek kimsecikler bulamayacakları endişesiyle. Padişah bu, bütün düğümleri çözmek onun görevi. Düşünmüş nerede, nasıl bulabilir evlatlarının kısmetini. Sonunda karar vermiş, üçünü de çağırtmış yanına. Birer ok ile yay uzatmış onlara:

“-Atın bu okları. Okunuz kimin avlusuna düşerse, size o adamın kızını alacağım” demiş. Delikanlılar arasında bir heyecan rüzgarı esmiş. Ama delikanlı değiller mi? Yayı gererken elleri titrer mi?…Titrememiş tabii.

İlk atışı büyük oğlan yapmış. Oku bir atmış, pir atmış. Ok gitmiş gitmiş, vezirin evinin avlusuna düşmüş.Padişah hemen vezire adamlarını göndermiş, kızını istetmiş. Vezirin kızı pek güzelmiş.Güzel olduğu kadar elinden iş de gelirmiş. Kırk gün kırk gece süren düğün dernek ile büyük oğlan ile vezirin kızı, mutlu mesut dünya evine girmiş.

Derken sıra ortanca oğlana gelmiş.Ortanca oğlan da okunu atmış. Ok yaydan bir fırlamış, kaşla göz arasında vekilin evinin avlusunu boylamış. Padişah hemen oraya da adamlarını salmış. Vekilin kızı da alınmış. Vekilin kızı da vezirin kızını aratmıyormuş hani. O kapkara ceylan bakışlı gözleri, o kapkara kıvrım kıvrım zülüfleri. Bir bakan bir daha dönüp bakar, bakışları çok can yakarmış. Kırk gün kırk gece düğün dernek,ortanca oğlan ve vekilin kızı için de yapılmış, düğünün güzelliği de dillerde yankılanmış.

Sonunda sıra küçük oğlana gelmiş. Küçük oğlan almış okunu, şöyle güzelce germiş yayını. Gerilen yayı değil, gönül teliymiş sanki.Tam bırakacak, oku, kaçıp kısmetini bulacak, güneş bulutların arasından başını uzatmış, küçük oğlanın gözünü almış. Oğlan bir an ne olduğunu anlamamış, gözleri kamaşmış, tam o sırada ok yaydan kurtulmuş, almış başını, taa ormana doğru fırlamış. Sonra ağaçların arasına düşmüş kalmış. Küçük oğlan hemen ormana koşmuş, okunu bir maymunun elinde bulmuş. Maymun bir yandan oku kemiriyor, bir yandan da küçük oğlana gülümsüyormuş.

Tam o sırada büyük ve ortanca oğlanlar gelmişler kardeşlerinin peşi sıra. Bir maymun görüverince karşılarında, gülmeye başlamışlar. Bu maymun senin kısmetin, bu maymunla evlenmek zorundasın diye, kardeşlerini maymunla evlenmek zorunda bırakmışlar. Küçük oğlan kimselere gösterememiş eşini. Ormanda maymunla birlikte yaşamaya başlamış. Ama ağabeyleri rahat durmamış:

“-Babamız evinize gelmek istiyor” diye küçük oğlanı kandırmış. Bunu duyan küçük oğlan, karısı maymunun yanına varmış:

“-Babam evimize gelmek istiyormuş, ne yapacağız?” diye dert yanmış. Maymun hiç telaşlanmamış:

“-Babana, istediğin adamlarını al ve filan dağa git de” demiş. Padişah, söylenen dağa gitmiş. Beraberinde adamlarını da getirmiş.Bir de bakmışlar dağda, her birinin atı için bir altın kazık çakılı. Yemek vakti sofra ise, kurulabilecek bütün sofralardan farklı. Yemekler altın tabaklarda, altın çatallar kaşıklar yanlarında. Böyle yemek yemek pek de keyifliymiş ya, yemek bittikten sonra da herkesin yediği tabak, atını bağladığı kazık kendine kalınca keyifler katlanmış, ağabeyler şaşırmış.

“-O zaman” demişler “babamızın, eşlerimizi de çağırmasını isteyelim. Maymun geldiğinde biraz gülelim.”

Gerçekten de çok geçmemiş, padişah oğullarını eşleriyle birlikte saraya davet etmiş. Küçük oğlanın paçaları tutuşmuş bu davet karşısında. Yine soluğu almış maymun karısının yanında:

“-Şimdi ne yapacağız, babam çağırıyor” demiş. Maymun sonunda beklediği gün geldiği için heyecanlı ama görünüşte oldukça soğukkanlı, kocasının , misafir ağırladıkları dağa çıkıp “Gülnar” diye bağırmasını istemiş. Küçük oğlan, denileni yapmış;

“-Gülnaar” diye bağırmış. Karşısına öyle bir peri çıkmış ki, dayanamamış, bayılmış. Bir süre sonra ayılınca peri:

“-Ben senin karın Gülnar’ım” deyip postunu oğlana vermiş sonra devam etmiş: “Yıllardır bu postu çıkarmak için senin gibi bir şehzade ile evlenmeyi ve padişahın sarayına davet edilmeyi bekliyordum. Hadi gidelim. Ama bu postuma sahip ol. Onu sakın çaldırma. Çaldırırsan beni bulamazsın.” demiş.

Saraya gitmişler, Padişah’ın huzuruna gelmişler. Padişah, ağabey, ağabeylerinin karıları, görüverince küçük oğlanın eşsiz benzersiz karısını, düşüp bayılmışlar. Ayıldıklarında, yeyip içip eğlenmişler.

Karısının postunu sıkı sıkı saklayan küçük oğlan ile eşsiz benzersiz güzellikteki maymun perinin kırk gün kırk gece süren düğünleri yapılmış. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.

Gökten üç elma düştü biri bana, biri sana, biri kısmetine inananlara
EMMA'NIN ÖRDEKLERİ
1966 senesiydi. New York, senelerdir böylesine şiddetli bir kış yaşamamıştı. Üç gün aralıksız yağan kar, kampüsümüzü beyaz bir örtünün altına gömmüştü. Öğrenciler gruplaşıp, ördekler gibi, tek sıra halinde yürüyerek kendilerine yol açmaya çalışıyorlardı. B Yurdunun kız öğrencileri, kampüsteki diğer öğrenciler gibi, kara kara düşünüyorlardı.

" Kafeteryaya nasıl gideceğiz peki?" diye sordu biri.

Bir diğeri yanıtladı, " Gitmeyeceğiz. İstesek de gidemeyiz zaten, baksana dışarı!"

Üçüncü kızın gözleri birden parlayıverdi, " Emma başarabilir ama!"

Homurtular cıvıltıya döndü, kızlar birden neşelenivermişlerdi.

- " Emma!"

- " O şehre bile gidebilir."

- " Biz de onun arkasından yürürüz."

- " Sen bir dahisin!"

Kızlar mutluluktan hoplayıp zıpladılar, sevinç çığlıkları attılar, hemencecik toparlanıp koridorun diğer ucuna, Emma'nın odasına doğru yollandılar. Onu odasına girmek üzereyken yakaladılar.

- " Ne oldu kızlar? Nedir bu heyecan?" diye sordu Emma gülümseyerek...

- " Seninle kafeteryaya gelebilir miyiz? Fırtınadan hiçbir şey göremiyoruz da."

Gülüştüler...

- " Anlaştık. Ben en öne geçerim, siz de birbirinizi omuzlarınızdan tutup arkama dizilirsiniz."

- " Hemen gidebilir miyiz? Lütfen," diye yalvardı kızlardan biri,

- " Yoksa açlıktan öleceğim."

Emma gülümseyerek yanıtladı, " Tamam, bekleyin de hemen Missy'yi hazırlayayım."

Odasına girdi, birkaç dakika sonra sıkı sıkı giyinmiş, elinde kılavuz köpeğinin tasmasıyla çıktı. Kızlar, Emma'nın arkasına tek sıra halinde dizilip, birbirlerini omuzlarından tuttular.

" Sanırım," diye söze başladı Emma, " Körün, görene kılavuzluk etmesi, bazen olası oluyor. Şimdi olduğu gibi!" dedi ve aç ördekleri ve kılavuz köpeği Missy ile kafeteryaya doğru ilerlemeye başladılar. 
ÜÇ BALIK
Birkaç balıkçı, bir gölcüğün kıyısında üç balık gördüler.Bir ağ getirmek için koşup gittikleri zaman, balıklardan en akıllısı düşündü:''Bu balıkçılar bizi nasıl yakalayacak?Arkadaşlarla konuşacak olsam, türlü fikirlerle aklımı çelerler.İyisi mi ben buradan çekip gideyim...''diyerk, gölcüğü terk etti, denize daldı.İkinci balık yarı akıllıydı.Kaçıp kurtulmayı akıl edemedi.Şöyle düşündü:''Su yüzüne çıkar,sırt üstü döner,kendimi ölü gösteririm.Ölü bir balığı hiçbir balkçı tutmak istemez.'' Üçüncü balık hiçbir tedbir düşünmüyor,keyfine bakıyordu.Bu sırada balıkçılar geldiler.Su üstünde ölü bir balık görünce alıp karaya attılar.Kendini ölü gösteren balık,çırpına çırpına,gizlice suya daldı;canını güçlükle kurtararak kaybolup gitti.Balıkçılar ağ atarak üçüncü balığı yakaladılar.Zavallı balık,ateş üzerindeki yağlı tavada zıplarken şöyle diyordu:''Eğer bir kez daha dünyaya gelirsem,gölcükte değil denizde yaşarım birr.Her işte arkadaşlarıma danışırım ikii,tehlike anında keyfimi değil, tedbirleri düşünürüm üççççç.''

HOŞ GELDİNİZ!!!!
 
Bu websitesinin sahibi "Top liste" ekstrasını daha aktive etmemiş!
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol